21 Mayıs 2012 Pazartesi

Kraliçe'nin Vedası


19 Nisan Perşembe dönüş günümüz… İşadamları heyetindeki arkadaşlar, uçak öğleden sonra kalkacağı için o saate kadar serbest. Kalkış Maastricht havaalanından olacağı için onlar otobüsle Maastricht kentine gidecekler ve orayı görecekler. Rıfat Bey’le ben ise, Limburg (Maastricht şehrinin bağlı olduğu eyalet) Valisi'nin, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Kraliçe onuruna vereceği öğle yemeğine katılmak üzere Maastricht Parlamento Binası’na gideceğiz.

Maastricht, Avrupa Birliği için simgesel öneme sahip bir şehir. Avrupa Birliği’nin ekonomik temelleri burada imzalanan meşhur Maastricht antlaşmasıyla atıldı. Yemeğin verildiği bina da, bu müzakereler için yapılmış olan ve antlaşmanın imzalandığı bina. Şimdi eyalet yönetim merkezi olarak kullanılıyormuş.


Rıfat Bey ile

ZAR ZOR İKNA ETTİM

Binaya dar ve uzun bir köprünün üzerinden geçilerek ulaşılıyor. Her zamanki gibi geleneksel kıyafetler giymiş askerler ve müzisyenler, Cumhurbaşkanımız ile Kraliçe'yi bekliyordu. Binadan içeri girince çok hoş bir sürpriz ile karşılaştım; Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da oradaydı. Meğer Merkez Bankası sanat koleksiyonunda yer alan bazı eserler Maastricht Müzesi'nde sergilenecekmiş ve açılışı da Kraliçe ile Cumhurbaşkanımız yapacakmış.

Limburg valisi ve eşi heyetimizle

Yemek öncesi verilen resepsiyon esnasında sohbet ettiğim Limburg Vali yardımcısına, bana Maastricht Antlaşması’nın imzalandığı salonu göstermesini rica ettim. Önce biraz tereddütlü davrandıysa da, ısrarlarıma dayanamadı ve bana kendisini takip etmemi işaret etti. Merdivenlerden bir üst kata çıktık. Üst kat sahanlığında bekleyen koruma görevlilerini ikna etmek için biraz dil döktükten sonra, ahşap bir kapının ardındaki salona ulaştık.

Açık söylemek gerekirse ben bu derece önemli bir antlaşmanın biraz daha ihtişamlı bir salonda imzalandığını düşünüyordum. Karşımda modern tasarlanmış, sade ama kullanışlı bir salon vardı. Günümüz Limburg eyaletinin parlamentosu bu salonda toplanıyormuş. Antlaşmanın imzalandığı masayı kullanmıyor, bir köşede hatıra olarak tutuyorlar. Ben bunları öğrenirken kapıdaki koruma, resmi heyetin gelmek üzere olduğunu bildirince apar topar aşağı indik.

Maastricht Antlaşmasının imzalandığı salon

HAYRETTEN DUDAKLARIM UÇUKLADI

Cumhurbaşkanımız, Kraliçe ve beraberindeki bakanlarla el sıkışmanın ardından beraberce yemeğe geçildi. Yemekte Limburg Valisi öyle bir konuşma yaptı ki, benim dudaklarım uçukladı. Hayretler içinde etrafıma bakarken, yanımda bulunan Hollandalı ev sahiplerimizin tavırlarından bu ülke insanının ya gerçekten çok hoşgörülü ya da bu gibi olayları umursamaz oldukları sonucunu çıkardım.
 
Sn Cumhurbaşkanı ve Kraliçe'nin gelişi

Vali konuşmasına, “Kraliçem kusuruma bakmayın” diyerek başladı ve aşağı yukarı şöyle devam etti: "Biz Limburglular sadece 150 yıldır Hollandalılar ile birlikte yaşıyoruz. Daha evvel Almanlar ve Fransızlarla beraber yaşadık. Şimdi bu yeni duruma alışmaya çalışıyoruz. Bizim örf ve adetlerimiz Hollanda'nın geri kalanından çok farklıdır. Bu bölge, kültürlerin kaynaştığı gerçek anlamda Avrupalı bir bölgedir."

Bizde ciddi anlamda bir ‘kriz’ çıkarabilecek bu konuşma, standart protokol alkışlarıyla karşılandı ve konuşmasını bitiren Vali, protokol masasına dönüp Kraliçe ve Cumhurbaşkanımız Gül ile sohbete daldı.

Kraliçe Beatrix

LÜTFEN EL SALLAR MISINIZ

Yemek sonrası biz doğrudan havaalanına geçtik. Sergi açılışının ardından resmi heyet de uçağa intikal etti. Yerlerimize oturduktan sonra tam motorlar çalışmak üzereydi ki, arkadan protokol görevlisi koşarak Cumhurbaşkanımızın yanına geldi: "Efendim Kraliçe ve tüm Kraliyet ailesi hâlâ apronda ve uçağın kalkmasını bekliyorlar. Acaba sağ tarafa geçip bir el sallamanız uygun olur mu?"

Hakikaten hepsi ayakta uçağın havalanmasını bekliyorlardı. Sayın Gül yerinden kalkıp uçağın diğer tarafına geçti ve el sallayarak veda etti. Uçağımız hareket halinde önlerinden geçerken, bizi gördüklerinden mi yoksa nezaketlerinden mi bilmiyorum onlar da el sallıyordu. Uçağın sağında oturan bizler de el sallayarak ev sahiplerimize veda ettik. O yaşa gelmiş Kraliçe'nin aprondan uçak havalanana kadar ayrılmaması ve ayakta beklemesi sanırım bu ziyarete verdiği önemin ve nezaketinin en somut göstergesiydi.
 
Kraliçe'nin Vedası

Sayın Cumhurbaşkanımız ile yaptığımız Hollanda gezisinin notları bu şekilde. Benim için son derece ilginç ve öğretici bir gezi oldu.

Türkiye - Hollanda ilişkilerinin gelişerek devam etmesini dilerim. Ayrıca sıradışı bir Avrupa şehri görmek isteyenlere de, bahar aylarında Amsterdam'ı ziyaret etmelerini hararetle öneririm.

Bitti...
Diğer fotoğraflar için     http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa

20 Mayıs 2012 Pazar

Transatlantikte Toplantı, Enstitüde Konser


18 Nisan Çarşamba günü Cumhurbaşkanlığı heyeti ile beraber idari başkent Lahey'e geçtik. Hollanda Parlamentosu’nda Başbakan Mark Rutte, Sayın Abdullah Gül onuruna bir yemek verecek. Parlamento binası 13’üncü yüzyıldan kalmış ve Hollanda kontlarının toplanma mekânıymış.

Parlamento bahçesinde

Parlamento'nun girişinde ziyaretimizin şerefine Türk ve Hollanda bayrakları asılmıştı. Kapıda bekleyen askerler artık alıştığımız gibi geleneksel üniforma giymişti. Yemekten evvel kokteyl için bizi genişçe bir salona aldılar. Elişi halıların duvarlardan sarktığı, duvarlarda ve tavanda büyük yağlıboya resimlerin bulunduğu, heykeller ve avizelerle süslü, pek ihtişamlı bir salondu burası. Dayanamayıp Hollandalı ev sahiplerimizden birine salonu sordum, gülümseyerek cevaplandırdı; "Burası Bakanlar Kurulu toplantı salonu, tabii siz geleceksiniz diye masaları ve sandalyeleri kaldırdık. Tam da sizin şu anda durduğunuz yerde Başbakanımızın koltuğu vardı."
 
Bakanlar Kurulu Salonu

Daha sonra hep beraber yemeğin yeneceği Şövalye Salonu'na geçtik. Burası yılda bir Kraliçe'nin parlamentoya hitap ettiği salonmuş. Kenarda Hollanda Kraliyet Tahtı ihtişamlı bir şekilde duruyordu. Duvarlarda Hollanda'nın 12 eyaletini temsil eden amblemler asılıydı. Yemekte Kraliçe, Hollanda Başbakanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri vardı. Başbakan, lalenin Türklerden Hollandalılara gelen bir hediye olduğunu anlatan güzel bir konuşma yaptı ve Cumhurbaşkanımıza Türkiye - Hollanda ilişkilerinin 400’üncü yılı anısına özel olarak bastırılan bir madeni para hediye etti.

Taht Salonu

ERDOĞAN’IN TAKDİR TOPLAYAN TAKTİĞİ

Yemekte yanımda Lahey Belediye Başkanı Jozias Van Aartsen oturuyordu. Van Aartsen şimdiki Başbakandan evvel parti liderliği de yapmış, birçok bakanlık görevlerinde bulunmuş çok etkili bir politikacı. Kendisi ile Avrupa'daki ırkçılık akımlarından, Türkiye - Avrupa ilişkilerine kadar birçok konuda sohbet ettik. Bana kendisi Dışişleri Bakanı iken, Sayın Erdoğan ile karşılaşmasını anlattı;

"Toplantı başladı, sizin Başbakanınız (Erdoğan'ı kastediyor) ellerini masaya koydu ve bana sordu, ‘Sizin ülke geçen sene ne kadar büyüdü?’ Ben cevap verdim; ‘Ortalama  yüzde 4 gibi’. Güldü ve ‘Biz yüzde 9 büyüdük. Haydi şimdi konuşalım’ dedi.  Beni çok hazırlıksız yakalamıştı. Müzakereye onun karşısında bir puan geriden başladık. Daha sonra aynısını başka Avrupalı bakanlara da yaptığını öğrendim. Erdoğan, büyük siyasetçi…"

Sn Palandöken muhafızlarla

EN BÜYÜK HASTALIĞIMIZ BÖLÜNME  

Yemekten sonra Rıfat Bey’le beraber Cumhurbaşkanlığı heyetinden ayrıldık ve Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Toplantısına katılmak üzere Rotterdam şehrine gittik. Avrupa'daki Türk işadamlarının büyük kısmı bu toplantıya gelmişti. Büyük kısmı diyorum çünkü bizlerin en büyük hastalığı olan bölünme burada da kendisini göstermiş. Tam aynı gün aynı saat, bir Türk Sivil Toplum Kuruluşu kendisine bağlı işadamı derneklerini Amsterdam'da toplantıya çağırmış!

Dünya Türk İş Konseyi, TOBB çatısı altında, Türkiye dışındaki tüm Türk işadamlarını aynı çatı altında birleştirmeyi hedefleyen bir oluşum. Avrupa bölge toplantısı için çok ilginç bir mekân seçmişler; SS Rotterdam transatlantiği. Bu dev gemi, o denizciliğin altın çağında, aynı meşhur Titanic gibi, Avrupa ile Amerika arasında yolcu taşıyormuş. Şimdi limana bağlı bir şekilde otel olarak hizmet veriyor. Koridorlarında hâlâ o eski günlerin ihtişamını görmek mümkün.
 
SS Rotterdam Transatlantiği

Toplantı geniş katılımla, çok başarılı geçti. Sayın Egemen Bağış katılımcıları heyecanlandıran duygusal bir konuşma yaptı.  Konuşmalar bitince, işadamlarımızla sohbet ettim ve şu gerçeği bir defa daha fark ettim; Gurbetteki Türkler, Türkiye'de yaşayan bizlere nazaran birçok konuda daha hassaslar ve anavatanlarına çok derin duygularla bağlılar. İkinci ve üçüncü nesildeki en büyük tehlike de, bu insanların kendilerini zaman zaman hem Avrupa'da hem Türkiye'de dışlanmış hissetmeleri. Yurtdışında yaşayan Türkler, Türkiye'nin en büyük zenginliklerinden biridir ama aynı zamanda da ne yazık ki en ihmal edilmiş meselesi, en çok ziyan edilmiş değeridir.

Avrupa Bölge Toplantısı

 EV SAHİBİ OLUNCA BİLDİK LEZZETLERİ TADABİLDİK

Toplantıdan sonra, Kraliyet Tropikal Enstitüsü'ndeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası konserine yetişmek üzere Amsterdam'a doğru yola çıktık. Bu Enstitü,  tropikal bölgeler üzerine araştırmalar yapmak amacıyla kurulmuş, müze işlevi de olan bir kurum. Tüm diğer kraliyet kurumları gibi, mimarisi ve klasik dekorasyonu ile beğenimizi topladı. Kraliçe başta olmak üzere gene tüm Kraliyet ailesi, Sayın Cumhurbaşkanımıza bu programda da eşlik etti. Önce bir kokteyl hemen arkasından da konser. Bu kez ev sahibi bizler olduğumuzdan ikramı da Türk aşçılar hazırlamıştı. Başta ben olmak üzere tüm heyetimiz özlediğimiz lezzetleri doya doya tattık.
 
Kraliyet Tropikal Enstitüsünde dostlarla

FARKLI BİR PROGRAM BİZİ DAHA İYİ YANSITABİLİRDİ

Konser Hollanda ve Türk Milli Marşları’nın orkestra tarafından çalınması ile başladı. Akabinde Hollanda doğumlu Azra Akın hanımefendi ve Türkiye'de yaşayan televizyon programcısı Hollandalı Wilco Van Herpen, Türkçe ve Flemenkçe takdimler yaptılar. Daha sonra konser başladı. Seslendirilen parçalar Andriessen'den çeşitlemeler, Piazzolla'dan melodi ve Ulvi Cemal Erkin'den Sinfonietta oldu. Konser güzel olmakla beraber, heyetin büyük çoğunluğunun görüşü Türkiye'den daha fazla esintiler taşıyan bir programın bizleri daha iyi anlatabileceği şeklindeydi.  Batı müziği yerine Türk müziği veya yaylı çalgılarla Türk eserlerinin seslendirilmesi bizim kültürümüzü daha iyi temsil eder ve tanıtırdı.


Konserden bir görüntü

Konser sonrasında gene bir resepsiyon oldu ve sanatçılar hem konuklarla hem de ev sahiplerimizle bir araya gelme imkanı buldu. Bu yorucu ama verimli günün ardından otel odama dönebildiğimde vakit gece yarısını çoktan geçmişti.
 

Devam edecek...
Diğer fotoğraflar için http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa

17 Mayıs 2012 Perşembe

Amsterdam’da Kraliçe’nin davetlisi olmak


FRAK GİYMEK NE ZORMUŞ

İş forumu biter bitmez, günün en önemli etkinliğine hazırlanmak için aceleyle otele döndüm; Kraliçe'nin Cumhurbaşkanımız onuruna sarayda vereceği resepsiyon ve akşam yemeği. Hazırlık dediğim, frak giymek. Beyaz yakasız gömlek, beyaz papyon kravat, beyaz yelek, siyah pantolon ve kısa fakat kuyruklu siyah ceket (kuyruklu ceket dolayısı ile birçok Batı dilinde bu giysinin adı uzun elbise) bu akşamki kıyafetim. Bunları giymek kolay. Fakat iş pileli, arkadan bağlamalı beyaz kemere gelince bir türlü kemeri ilikleyemedim. Mecburen oda komşum Mustafa Bey’in kapısını çaldım ve kemeri ona bağlattım. Bu deneyim bana Batı’da neden oda hizmetçisi kültürü olduğunu anlattı; Bu elbiseleri tek başına zor giyip çıkarırsınız.

Amsterdam Sarayı

Sınırlı sayıdaki heyetimiz resepsiyon ve akşam yemeğinin olacağı Kraliyet Sarayı’na minibüslerle intikal etti. Kraliyet Sarayı, Amsterdam şehir merkezinde, 1600’lü yıllarda belediye sarayı olarak inşa edilmiş taş bir yapı. 19’uncu yüzyılın başında Napolyon Hollanda'yı işgal edince bu binayı saraya dönüştürmüş. Saray kapısından itibaren birçok şey 18’inci yüzyıl sonları gibiydi. Kapıdaki muhafızların ve uşakların elbiseleri, sarayın duvarlarındaki tablolar, tavandaki süslemeler ve protokol görevlilerinin tavırları beni zamanın içinde bir yolculuğa çıkardı. O ortamda zaten misafirlerin başka türlü giyinmesi tuhaf kaçardı.

TÜRKLER GELDİ YASAK DELİNDİ

Saray protokolüne göre fotoğraf çekmek yasak. Bizler heyet olarak daha resepsiyon alanına girer girmez bu yasağı deldik ve bol bol hatıra fotoğrafı çektirdik. Belki bir - iki kişi olsak bizi durdurabilirlerdi ama tüm misafirler aynı anda fotoğraf çekmeye başlayınca ev sahiplerimiz ümitsizce işin ucunu bıraktı. Hatta iş o noktaya kadar geldi ki, 18’inci yüzyıl kıyafetli görevlileri bile fotoğraf karesinde bizlerle beraber durmaya ikna ettik :)

Hollandalı ev sahiplerimiz de aynı şekilde uzun elbiselerini giymişler ve nişanlarını takmışlardı. Batı ülkelerinde, özellikle kraliyetin hâlâ muhafaza edildiği toplumlarda ciddi bir nişan kültürü var. Hollandalıların geleneksel kıyafetlerinin üzerine nişanlarını takmaları gerçekten renkli görüntülere yol açtı. Kraliçe'nin bizleri kabul etmeye hazır olduğu haberi gelince sırayla yandaki tören odasına geçmeye başladık.

 Holanda Dışişleri Bakanı ile

KRALİÇE İLE EL SIKIŞMA SEREMONİSİ

Kabul şu şekilde gerçekleşiyor; tören odasının kapısına geliyorsunuz, kapıdaki çığırtkan yüksek sesle isminizi ve ünvanınızı bağırıyor; "Murat Yalçıntaş, İstanbul Ticaret Odası Başkanı" gibi. Siz de gidip sırayla önce Kraliçe'nin, sonra Sayın Gül'ün, Veliaht Prens Alexander'ın, Prenses Maxima'nın ve en son da Kraliçe'nin kız kardeşinin ve onun kocasının ellerini sıkıp diğer kapıdan çıkıyorsunuz. Diğer salona geçince de, aynen camilerdeki bayramlaşmalar gibi, sıraya geçiyorsunuz ve bu sefer de Hollandalı konuklar sırayla Türk misafirlerin elini sıkıp tanışıyorlar. Arkasından gene küçük bir kokteyl ve akabinde yemek salonuna geçiş.

Yemek Salonu

SARAY MUTFAĞI HİÇ BANA GÖRE DEĞİLMİŞ

Yemek salonu mermer zeminli, işlemeli yüksek tahta tavanlı, kristal avizelerle pırıl pırıl aydınlatılmış ihtişamlı bir yer. Masaların yanındaki en az 100 adet ayakta bekleyen parlak sırmalı 17’nci yüzyıl kıyafetli garsonlar göz alıcı bir görüntü oluşturuyordu. Herkesin oturacağı yer belliydi. Benim bir yanıma kraliçenin baş protokol sorumlusu, diğer yanıma ise yüksek kademeli bir devlet görevlisi düştü. Tüm yemek boyunca onlarla sohbet ettim. Yemekler güzel miydi diye sorarsanız, aç kaldım. Bize ‘öküz kuyruğu konsomesi’, ‘Afrika tavuğu sarması’ gibi isimlerini bile tam kavrayamadığım lezzetler ikram ettiler. Ben "Belki Sayın Cumhurbaşkanımızın şerefine yoğurtlu Kayseri mantısı ikram ederler" umuduyla gittiğimden büyük hayal kırıklığına uğradım. Sonuçta Hollanda saray mutfağından hiç memnun kalmadım.

Kraliçe'nin Sofrasında

Yemekte önce Kraliçe konuştu, ufak bir yaylı sazlar orkestrası çok güzel bir yorumla İstiklal Marşımızı çaldı. Sonra Sayın Gül konuştu ve onun konuşmasından sonra aynı orkestra Hollanda Milli Marşını icra etti. Cumhurbaşkanımız konuşurken ayakta hazırolda bekleyen altın sırmalı garsonlardan birinin bayılıp düşmesi herkeste küçük de olsa bir heyecan yarattı.

Yemek sonrasında Hollandalılar adetleri üzeri gene ufak bir resepsiyon verdiler. Ben de bu son resepsiyonda hem Kraliçe ile hem de veliaht prens Alexander ile sohbet etme imkanı buldum. Bildiğiniz gibi diğer veliaht Avusturya'da bir kayak kazası geçirdi ve halen komada. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Heyetimiz gene büyük bir ustalıkla fotoğraf yasağını deldi ve korumaların çaresiz bakışları arasında özellikle Kraliçe ve Prens’in fotoğraflarını çekti.

 Kraliçe Beatrix

GEÇMİŞİYLE BAĞINI KOPARAN KÖKSÜZLEŞİYOR

Gecenin sonunda otelimize dönerken yaşadığım deneyimi düşündüm. Dünyanın en ileri, en modern toplumlarından biri olan Hollandalılar tarihlerine bu derece sahip çıkıyor, örf ve adetlerini büyük bir sadakatle yaşatıyorlar. Bu yaklaşım en sıradan Hollandalıya bile bir kimlik ve aidiyet duygusu veriyor. Buna karşın geçmişleri ile bağını koparan toplumların bireyleri köklerini kaybediyor, geçmişinin farkında olmadığından kendinden emin olamıyor ve geleceğini sağlam temeller üzerine inşa edemiyor.

Böyle bir bireyin başka bir toplumla karşılaştığında hissettiği genelde bir imrenme ve kopyalama ihtiyacı oluyor. Bu gece bana Yahya Kemal'in "Kökleri mazide olan atiyiz" sözünü bir defa daha hatırlattı.


Bando


Devam edecek...
Diğer fotoğraflar için; http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa


16 Mayıs 2012 Çarşamba

Kuzeyin Venedik'i Amsterdam


17 Nisan Salı günkü programın sabah kısmında Sayın Cumhurbaşkanı’nın resmi temasları olduğundan, biz işadamlarının programı saat bire kadar boştu. Bu boşluğu değerlendirmek için Amsterdam'ın kanallarında kısa bir yolculuğa çıkmaya karar verdik. ‘Kuzeyin Venedik'i denilen Amsterdam, Amster nehri üzerindeki barajın etrafına kurulmuş (İngilizce’de ‘dam’ baraj demek). Şehirde 100’ün üzerinde kanal, 90 adacık ve bu adacıkları birbirine bağlayan 1500 köprü var. Kanalların derinliği 2 metre civarında olduğundan turistleri bu kanallarda altı düz, uzun teknelerle gezdiriyorlar.

 Gezi Teknesi

 Biz de bu teknelerden birine binip Amsterdam'ı kanallardan gezmeye başladık. Hollanda, deniz seviyesinin ortalama 2 metre altında bir ülke. Memleketi su basmasın diye okyanusun önüne setler kurmuşlar, o sayede sellerden korunuyorlar. Zaten Hollanda'nın diğer adı Netherlands; yani ‘alçak ülke’ demek.
 
YÜZER EVLERDE YAŞAMAK ÇOK POPÜLER

Suyun üzerine şehir kurunca ortaya mimari olarak çeşitli ilginçlikler çıkmış. Kanal kıyısındaki evlerin çoğu kazıklar üzerinde, üçer dörder katlı, yer azlığından dar cepheli ve öne doğru eğimli. Bu eğimler rehberimizin dediğine göre bazen yüzde 10’a kadar çıkıyormuş. Bu evlerin en üst katında da kocaman bir çengel var. Alt katlar rutubetli olduğundan, eskiden insanlar, yiyecekleri, giyecekleri nemden etkilenmesin diye üst katları depo olarak kullanmışlar. Kanaldan tekne ile taşıdıkları eşyaları da evin önüne getirip bu çengele taktıkları makara yardımı ile üst kata çıkarırlarmış. Cephenin eğimi de bu işi kolaylaştırırmış. Ben bu evlerden bir iki tanesinin içine girmiştim. Cepheleri küçük olduğundan merdivenleri o kadar dar ve dik ki, zaten üst kata ufacık bir koltuk bile çıkarmak isteseniz dışarıdan makara ile çekip pencereden içeri almak zorunda kalırsınız.

Amsterdam'da yer kısıtlı olduğundan, kanalların üzerinde yüzen evler de var. Sayısı 2 bin 500 olan bu evler son derece popüler. Üstelik yeni yüzer ev yapmak belediyece yasaklandığı için bu evler en az normal evler kadar pahalı.

Yüzer Ev

SAHTE MARANGOZ DELİ PETRO

Su ile bu kadar içli dışlı olmalarının neticesinde olsa gerek, Hollandalılar tarihteki en iyi gemici, dolayısı ile de tüccar uluslardan biri. Hatta tarihi bir hakikattir, büyük Rus İmparatoru Deli Petro, kimliğini gizleyerek Amsterdam'a gelmiş, buradaki tersanelerde marangoz olarak çalışmış ve Rusya'ya döndüğünde buradaki bilgilerinden yararlanarak dev bir donanma kurmuştur. Gene aynı şekilde Deli Petro'nun Saint Petersburg şehrini Amsterdam ve Venedik'ten etkilenerek inşa ettirdiği söylenir.

Önde yüzer evler, arkada tipik Amsterdam evleri

AMAN BİSİKLET YOLUNDA YÜRÜMEYİN

Bu dümdüz memlekette en önemli şehir içi ulaşım vasıtası bisiklet. Çevreye son derece duyarlı olan Hollandalılar da, bisiklet kullanımını hem seviyorlar hem de yerel yönetimler vasıtası ile destekliyorlar. 250 bin nüfuslu Amsterdam'da bir milyon bisiklet var. Şehirde bisikletçilere ayrılmış tercihi yollarda -bizzat biliyorum- yürümeye kalkan turistlere de çok kötü bakıyorlar :)

Yol kenarındaki bisikletler

17’nci yüzyıl Hollanda'nın altın çağı. Bu devirde özellikle resim alanında çok büyük sanatkârlar yetiştirmişler. Bugün bu sanatçıların eserlerini Amsterdam'daki müzelerde görmek mümkün. Zaten Amsterdam bir müzeler şehri, aklınıza gelebilecek her konuda, ‘Ortaçağ İşkenceleri Müzesi’ de dahil olmak üzere, müze bulabilirsiniz.

 Bu müzelerin en meşhuru şüphesiz yıllık bir milyonu aşan ziyaretçisi ile Anna Frank müzesi. 1940 yılında Almanlar Hollanda'yı işgal edince, rehberimizin dediğine göre, sadece Amsterdam'dan 100 bin Yahudi’yi toplama kampına göndermişler. O devirde bankacılık, kuyumculuk, gemi işletmeciliği gibi işleri ağırlıklı olarak Yahudiler yapıyormuş. Yahudi Frank ailesi de toplama kampına gönderilmemek için iki yıl boyunca, evlerinin gizli bir odasında saklanmış. Bir ihbar neticesinde aile yakalanmış ve sürgüne gönderilmiş. Ailenin küçük kızı Anna da toplama kampında 1945 yılında tifodan ölmüş. Anna'nın yaşadıklarını kaleme aldığı günlüğünü babası Otto Frank 1947’de yayınladı. Daha sonra da bu günlükten esinlenen Hollywood bir sinema filmi çekti. Ailenin saklandığı ev 1960 yılında müze haline geldi ve o günden beri milyonlarca kişi tarafından ziyaret edildi.
 
KİMYASALIN CEZASI BÜYÜK

Amsterdam'ı geçen sene 32 milyon turist ziyaret etmiş (İstanbul’u 8 milyon). Bu şehrin başka tipik bir özelliği de, denetimli olarak, marihuana (esrar) satmanın ve içmenin serbest olması. Marihuana Hint keneviri denilen bir bitkiden elde edilen uyuşturucu. Diğer uyuşturucular, özellikle kimyasal bazlılar yasak ve çok ağır cezası var. Coffee Shop denilen dükkanlarda (Coffee House da kahve içersiniz) günlük 5 grama kadar esrar tüketilebiliyor. Ayrıca Uzay Keki denilen esrarlı bir kurabiye çeşidi de var. 

Yorumsuz...

Burası nispeten genç bir devlet; bağımsızlığını İspanyollardan ancak 16’ncı yüzyılın sonunda alabilmiş. Gerçi denizci millet olduklarından sonra da gidip dünyanın bir ucunu uzun yıllar sömürgeleştirmişler. Mesela Endonezya'nın Hollanda sömürgesinden kurtuluş tarihi 1949’dur. Aynı İngilizler gibi Hollandalılar da Uzakdoğu’yu ticaret şirketleri vasıtası ile sömürgeleştirdiler.

Hollanda'nın nüfusu 16.5 milyon. Bunun yüzde 80’i Hollandalı, gerisi göçmen. Yabancılarda nüfusu en fazla olan Endonezyalılar (eski sömürge olduklarından dolayı), ondan sonra da biz geliyoruz. Hollanda'da 400 bin Türk var, bu rakamın 300 bini de aynı zamanda Hollanda vatandaşı. Vatandaşlarımızın 20 bin işletmesi var ve yanlarında 55 bin kişi çalıştırıyorlar.

İş Forumu Resepsiyonu

Saat 13.00’te Hollanda - Türkiye İş Forumu’nun açılış seremonisi için Amsterdam Yolcu Terminali’ne gittik. Burası Amsterdam Limanı’nda modern bir bina. Forum hiç ummadığım kadar kalabalıktı. Birçok Hollandalı işadamının yanı sıra Avrupa'nın dört köşesinden gelmiş Türk işadamları da vardı. Buna bizimle Türkiye'den gelen işadamları da eklenince bayağı güçlü bir forum oldu. Açılış panelinden sonra yenilenebilir enerji, tarım, lojistik, vs. gibi konularda sekiz paralel atölye çalışması yapıldı. Bu çalışmaların hepsine de büyük ilgi gösterildi.

BİR EV FİYATINA SOĞAN LALESİ  

Kapanış oturumunda önce ev sahibi olarak Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu konuştu. Konuşmasında vizeler konusunda Avrupalıların yaptığı haksızlığa değinince büyük alkış aldı. İkinci konuşmacı Hollanda Başbakan Yardımcısı Maxime Verhagen idi. Sayın Verhagen Türk - Hollanda ilişkileri üzerine güzel bir konuşma yaptı. Hollanda'nın iş yapma kolaylığı açısından dünya ikincisi olduğunu, dünyanın beşinci büyük ihracatçısı ve yedinci büyük yatırımcısı olduğunu anlattı. Bugünden 400 sene evvel İstanbul'a gelen ilk Hollanda elçisi ile iki ülke arasındaki ilişkilerin başladığını, ilk lale soğanını bu elçinin Hollanda'ya getirdiğini ve o zamanlar nadir bir soğanın değerinin Amsterdam'ın merkezindeki bir evin değerine eşit olduğunu söyledi.

Hollanda - Türkiye İş Forumu

Son konuşmacı Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül oldu. Sayın Gül çok güzel bir konuşma yaptı. İki ülke arasındaki ilişkilerin 400’üncü yılı münasebeti dolayısıyla Kraliçe Beatrix’in davetlisi olarak geldiğimizi belirtti. Türkiye'ye en fazla yatırım yapan ülkenin Hollanda olduğunu, bu rakamın son 10 yılda toplam 16 milyar dolara ulaştığını, Hollanda’da da 100 Türk şirketinin yatırımı olduğunu anlattı. Bu törende Cumhurbaşkanımıza Prens Alexander ve eşi Prenses Maxima refakat ettiler.




Devam edecek...
Diğer fotoğraflar için; http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa




12 Mayıs 2012 Cumartesi

Sayın Cumhurbaşkanı ile Hollanda, İlklerin Seyahati





Sayın Cumhurbaşkanımız ile yaptığım Hollanda seyahati benim için pek çok ilki de barındırdı. İTO'da çalışırken sekreterimin bağladığı telefon bu ilklerin birincisiydi.

Telefonun diğer ucundaki kişi neşeli bir ses tonuyla sordu; "Murat’çığım senin frakın var değil mi?"


İlk kravatını 12 Eylül darbesinin liselere getirdiği kılık kıyafet düzenlemeleri sebebiyle takmış, üniversiteden mezun olana kadar da takım elbise giymemek için akraba düğünlerinde bile kapıya en yakın masaya oturmuş olan ben, bir an için ne cevap vermem gerektiğini bilemedim. Telefonun diğer ucundaki ses, duraksamamdan durumu anlamış olacak ki,  sözlerine şöyle devam etti; "Hollanda'da Kraliçe Beatrix’in yemeğine katılmamız gerekebilir, fraksız gelemezsin, mutlaka bir tane bul kendine."
 
FRAK NEREDEN ALINIR?

Telefonu kapattıktan sonra ne yapacağımı düşündüm. Aklıma birkaç ay evvel gazetede okuduğum bir yazı geldi. Yazıda gene böyle resmi bir davete katılan gazeteciler fark giymek zorunda kaldıklarını ve kiraladıklarını anlatıyorlardı. Hemen çok sevdiğim bir dostumu aradım ve nereden frak kiralayabileceğimi sordum. Bana, Harbiye'de İskender Kordonciyan’ın bu işi yaptığını söyledi ve telefonunu verdi. Sekreterim aradığında aldığı cevap doğru yolda olduğumuzun işaretiydi: "Başkan da mı Hollanda heyetinde?" Anladığım kadarı ile Kraliçe'nin yemeğine katılacak herkes İskender Bey’in dükkanının yolunu tutmuş.

Ertesi gün İskender Bey’in dükkanına gittiğimde nesilden nesile geçen bir terzi atölyesi ile karşılaştım. Büyükbaba, Atatürk'e frak dikmiş, İskender Bey pek çok politikacı, işadamı ve sanatçıya smokin, frak ve takım elbise hazırlamış. İskender Bey’in oğlu Levon Bey de işletmenin ününü yurtdışına taşımak için Amerikan Devlet Başkanı’ndan Hollywood yıldızlarına kadar pek çok ünlüye smokin dikip hediye olarak göndermiş. Bu gayretlerinin mükafatını da ‘İhracat Başarı Ödülü’ alarak görmüş. Ama bence atölyenin temel direği İskender Bey’in eşi Şuşan Hanım. Tatlı diliyle hem müşterileri karşılıyor hem de onlara giyim danışmanlığı yapıyor. Bu sevimli aileyle tanıştığıma çok sevindim ve onlarla klasik giyim dünyasına, smokinden fraka, oradan da Tanzimat döneminde kullanılmaya başlanan ve sonra Meşrutiyet döneminde memurlar için resmi giysi kabul edilen hatta ‘İstanbulin’ adını alan redingota kadar güzel bir yolculuk yaptım.
 

İskender Kordonciyan ile

SABİHA GÖKÇEN’İ TERCİH EDİYORUM

16 Nisan Pazartesi sabahı önce İstanbul'dan Ankara'ya Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan uçtum. Avrupa yakasında oturmama ve İTO'nun da Avrupa yakasında olmasına rağmen artık mümkün olduğu kadar Atatürk Havalimanını kullanmamaya çalışıyorum. Çünkü yoğunluk sebebiyle,  özellikle de yurtiçi uçuşlarında Atatürk Havaalanı’ndan rötarsız seyahat etme imkanı kalmadı. Sabiha Gökçen hem daha sakin hem de neredeyse gecikmesiz hizmet veriyor.

Uçakta karşılaştığım Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım'a hafif bir şikayet üslubuyla durumu aktardım. O da her zamanki kendine has sakinliğine gülümseyerek cevap verdi: "Başkan, birkaç seneye kadar burası da artan trafik sebebiyle rötar vermeye başlayacak." Ağzımdan gayri ihtiyari "Aman, Allah geçinden versin" cümlesi döküldü. Sonra da "Artık mecburen trenle gidip geliriz" diye ekledim. Sayın Bakan da hiç bozmadan, "Evet" dedi, "O zamana kadar hızlı tren de devreye girer vatandaş rahat rahat gidip gelir."
 
CUMHURBAŞKANLIĞI KORUMA EKİBİ İŞBAŞINDA

Ankara Cumhurbaşkanlığı VIP salonunda tatlı bir heyecan vardı. Sayın Cumhurbaşkanımıza eşlik eden heyet, iki bakan (Sayın Bağış ve Sayın Eker), milletvekilleri, cumhurbaşkanlığı ve bakanlık görevlileri, akademisyenler, sanatçılar, basın mensupları ve işadamlarından oluşuyordu. Böylece bizler 202 kişi olarak THY’nin en yeni A 320’lerinden 289 kişilik Kapadokya uçağını neredeyse doldurduk.

VIP salonunda bir ilk daha yaşadım ve Cumhurbaşkanlığı koruma ekibinin profesyonelliğini çok takdir ettim. Bu gibi gezilerde en önemli sıkıntılardan biri, güvenlik açısından, kimin uçağa ne zaman bindiğinin kontrolüdür. Bu yüzden korumalar uçağın kapısında bekler, size isminizi sorar, ellerindeki listeye karşılaştırır, bazen kimliğinizi de göstermenizi ister ve ancak ondan sonra sizin uçağa binmenize izin verirler. Bu sıkı güvenlik önlemleri, bizimki gibi büyük heyetlerde uçağın kapısında uzun kuyruk oluşacağı anlamına gelir.
 
GÜVENLİK KONTROLÜ IPAD İLE YAPILDI

Bu kez çok farklı oldu. VIP salonunda dağıtılan ve boyuna asılan kimliklerin içinde RFD, uçağın kapısında bekleyen görevlilerin elinde de iPad ve ona bağlı RFD okuyucu vardı. Siz daha uçağın kapısına yaklaşırken isminiz, fotoğrafınız ve kimlik bilgileriniz iPad’de çıkıyor; görevli, resminizle yüzünüzü karşılaştırıyor ve elindeki bilgisayara uçağa girdiğinizi işaretliyor. Böylece heyet sorunsuz ve süratli bir şekilde uçağa alındı.
 
3.5 saatlik Amsterdam uçuşumuz çok rahat geçti. Sayın Cumhurbaşkanı adeti olduğu üzere tüm uçağı gezdi, herkesle tek tek el sıkıştı. Fotoğraf makinemle bu anı ölümsüzleştirmeyi de ihmal etmedim. Yolculuğun sonuna doğru Sayın Cumhurbaşkanı uçakta bir de mini basın toplantısı yaptı.


Sn Parseker, Sn Hisarcıklıoğlu, Sn Akın ve Sn Cumhurbaşkanımız ile

Yanımdaki koltukta 2002 Dünya Güzeli Azra Akın hanımefendi oturuyordu. Azra Hanım Hollanda’da doğup büyüdüğü için sembol isim olarak Cumhurbaşkanlığı tarafından ekibe dahil edilmiş. Kendisini tanımaktan çok mutlu oldum.

Hollanda semalarına girdiğimizde, Hollandalılar güzel bir jest yaptı ve iki savaş uçağı Amsterdam Havaalanı’na inene kadar bizlere eşlik etti. Savaş uçaklarının uçağımıza yaklaşması ve zaman zaman kanatlarını sallayarak bizleri selamlaması heyetimizin hayli ilgisini çekti.
 

Hollanda Hava Kuvvetleri

AYAĞIMIZIN TOZUYLA BRÜKSEL’E GEÇTİK

Amsterdam'a indiğimizde, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte heyetten ayrılıp aceleye Brüksel'e doğru yola çıktık. TOBB Brüksel temsilcisi Bülent Bilgiç rahatsızlanmıştı. Biz de kendisine geçmiş olsun ziyaretine gittik. Rifat Bey ile son yurtdışı seyahatimizde Paris'te Ekrem Kerem Oktay hastalanmıştı, Bülent Bey de Brüksel'den ona destek olmak için Paris’e gelmişti. Şimdi de biz Bülent Bey’i ziyarete gidiyoruz.

Sn Bilgiç ve Sn Hisarcıklıoğlu ile Brüksel'de


Amsterdam - Brüksel arası araçla yaklaşık üç saat. Otobandan rahat bir yolculuk yaptık. Bülent Bey’i de güler yüzü, neşeli ve moralli görmek bizi çok rahatlattı. Ziyaretimizin ardından birkaç saat sonra tekrar karayolu ile Amsterdam'a döndük.


Devam edecek.....

Diğer fotoğraflar için  http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa